son eklenenler

Yazar: Admin • 05.09.2025 20:58
43 görüntüleme

XVII. Yüzyıl Şairi Esîrî’nin Şiirleri Üzerine Düşüncelerle Şairin Mükeyyifata Dair Birkaç Şiiri

“Birbirine benzemezdür cümle envā’-ı beşer
Her birisin dahi bir derde giriftār eyledi”

Bu yazıda XVII. yüzyıl Osmanlı şairlerinden Esîrî mahlaslı Mehmed oğlu Hüseyinin, keyif verici maddelerden bahsedilen birkaç şiirini okurun ilgisine sunup gerekli gördüğüm yerlerde bazı sorular sorarak müktesebatım elverdiğince izahlarda bulunacağım. Okuyucu kitlesinin klasik edebiyatımıza aşina olmayan insanları da kapsamasını arzu ettiğim için de şiirlere gelmeden önce bu şiirlerin okuyucunun zihninde daha iyi oturmasını sağlamak adına birkaç sayfalık bir giriş yazmayı uygun buldum.


***


“Esîrî” mahlasını kullanan şairin gerçek ismi Hüseyin olup doğum ve ölüm tarihleri bilinmeyen Hüseyinin “Şaban 1034 /Mayıs 1625’te Malta korsanlarına esir düştüğü bilgisi dikkate alınırsa 16. yüzyıl sonlarında doğduğu tahmin edilebilir”. Hiçbir şuara tezkiresinde kendisinden bahsedilmeyen şair hakkındaki bütün bilgiler tek cilt içinde bir arada bugüne ulaşan edebi metinlerden kaynaklanmaktadır. 


Eserlerinin bilinen bu tek nüshasında bulunan “Hüseyn bin Mehemmed” mührü şayet kendisine aitse bu yazma, şairimizin müellif hattı, yani bizzat kendisi tarafından oluşturulmuş olmalı.  “İstanbul Deniz Müzesi Kütüphanesi 2797 numarada kayıtlı” olan ve 128 yapraktan mürekkep olan elyazması Fatma Sabiha Kutlar Oğuz, Ayşe Yıldız ve Tuba Işınsu Durmuş tarafından incelenip transkribe edilmiş ve “Dîvân-ı Firâk-ı Esîrî [Sergüzeşt-nâme - Gazavât-nâme - Pend-nâme - Dîvân]” başlığıyla yayımlanmıştır. Bu yazıda aksi belirtilmedikçe yapılacak olan bütün alıntılar 2018 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından neşredilen bu yayına istinad eder. Burada benim katkım okuma kolaylığı açısından transkripsiyon metnini latinize etmek ve bazı arkaik dil unsurlarını güncellemek, metnin başta keyif vericilerden bahseden kısımlar olmak üzere kimi parçalarına dikkat çekip onu daha geniş okur kitlelerinin ilgisine sunmak, kendi araştırmam bağlamında değerlendirip yorumlamakla yer yer muhayyilemi cüretkarca işletmekten ibarettir. 


***


ESARET


Gazalara katılıp gazi olmuş, zaferlere ortak olup ganimet almış düşük rütbeli bir asker olan Hüseyin, gün gelmiş madalyonun diğer yüzüyle de tanışmış. Hem ne tanışma: Dile kolay tam yedi sene! “Malta korsanları tarafından Sicilya Adasına götürülüp hapsedilmiş, Misine’de zindanda tutulmuş, esirlikten kurtulması için 500 flori fidye istenmiş, parası olmadığı için kaçmayı denemiş, bu başarısız kaçma girişiminin ardından yakalanarak bir süre ayaklarından asılmış ve tekrar hapishaneye gönderilmiştir.

“Meğer günlerde bir gün nā-gehāni / Erişmiş idi akşamun zamānı
Ki zindānun kapanmışdı kapusı / Belürsiz olmuş idi hem yapusı
Var idi yanumuzda yedi kişi / Ki hiç yok idi anlarun da işi
Tahayyür içre yalıncak dururken / Kimi yatup kimimiz otururken
Nuhûset üzre geldi bir aceb fāl / Ki zindān kapusı açıldı derhâl
Elinde harbesiyle geldi kāfir / Dini imānı yok Ermeni kāfir
Nice elfāz ile etdi şütūmı / Dahi darb ile gösterdi hücūmı
Yapuşup sakaluma bir’ki urdı / Ururken hem dahi bu sözü derdi
Bana tez beşyüz altun getiresin / Bulup her kanda varsa yetüresin
Ki yoksa seni iki pāre edem / Vücūdun tįġ ile pür-yare edem
Ne inlersin ne yana kim varasın / Elümden cānı kanda ķurtarasın
Yedürdi zehri bana aş yerine / Kan akıtdı gözümden yaş yerine
Hemen dem-beste kaldum zār [u] hayrān / Ki akl u fikrüm oldı hem perişān
Bana teng eyledi gāyet cihānı / Yā kendümi helāk edem yā anı
Didüm yok olmadan gayrı ilacı / Ki etdüği zulüm ölümden acı
Husūsā düşmen içre bir kuru nān / Bulınmak dahi degül iken imkân
Bulunur mı acep beşyüz filori / Ki bin yılda bulınmaz bir filori
Bir iki söğerek ü sokranurak / Yanumuzdan ilerü oldı ırak
Yine kapandı üstümüze zindān / Sanasın āteş ile yandı ten cān”

Hayatı esaret ve sefaletle geçmiş olan bu adamın şiirleri de büyük ölçüde bunları konu edinir ve bu durum, yani işlediği konular ve bu konuların, başka metinlere kıyasla onda çok daha fazla yer bulması, kanaatimce Esîrî’yi özgün bir şair kılar. Başka şairlerin divanlarıyla kıyaslayınca Esîrî’nin divanında aşkın gerçekten çok az ve esaretinse bir hayli fazla olduğu açıkça görülür:


“Eserin yazıldığı yüzyıl dikkate alındığında özellikle gazellerde görülen idealize edilmiş aşk ve sevgili anlayışının Esîrî’nin gazellerine yansıyan az sayıda örneği vardır. Esîrî’nin gazelleri içinde “gazel-i sîm ü zer, mahbûb-ı Firengî, gazel-i kahve” gibi başlıklar taşıyan ve Osmanlı şiirinin kabuller dünyasındaki sevgilinin biricikliği anlayışı yerine iki sevgilinin aynı anda vasf edilmesi gibi sıra dışı örnekler de karşımıza çıkmaktadır.”


Halbuki aşk, en başat konusudur gazel türünün. Diğer şairlerin gazellerinde konu ezici çoğunlukla aşk iken Esîrî divanında aşktan bahseden on gazel bile bulunmaz. Şiirlerinin büyük bölümünde esaretten ve ayrılıktan bahseder ve Allaha, onu bu beladan kurtarması için yalvarır. Hayatının yedi senesine mal olan esaret, Hüseyin ağabimizin ruhunda öyle derin yaralar bırakmıştır ki hürriyetine kavuştuktan sonra bile bu travmanın tesirinden kurtulamaz ve onu kimlik edinerek kendisine “Esîrî” mahlasını seçer. Ayrılığından keder ve ıztırapla bahsettiği sevgilisinin onu yedi sene boyunca bekleyip beklemediğini bilmiyoruz. Bu sevgili -ya da belki sevgililerden biri- onun karısı mıydı, bunu da bilmiyoruz. İslam hukukuna göre savaştan dönmeyen ve hayatta olup olmadığı bilinmeyen bir adamın karısı, şayet hukuki şartları sağlıyorsa tartışmalı bir süre geçtikten sonra mahkemeye başvurabilir ve uygun görüldüğü takdirde nikah düşmüş sayılarak yeniden evlenebilir.  Hanefi fıkhına göre o saatten sonra eski kocası dönse bile yeni evlilik feshedilmez. O günkü konjonktürde aksini gerektirecek bir sebep olmadığı müddetçe toplumun makbul bir parçası olabilmek için evliliğin önemli bir gereklilik olduğunu göz önünde bulundurursak Hüseyinin esir düştüğü sırada evli olduğunu varsaymak akla uzak olmayacaktır. Peki Hüseyin kendisinden fidye istendiğini ve hayatta olduğunu memleketindeki çevresine duyurabilmiş miydi? Duyuramadıysa karısı mahkemeye başvurarak nikahı düşürüp başkasıyla evlenmiş miydi? Evlenmediyse bile döndüğünde hayatta mıydı? Bir an için öyle olduğunu farzedelim: İşkence ve belirsizlikle geçen yedi senenin ardından vatanına geri dönen kişinin, artık sefere giden o adamla aynı kişi olmadığını tahmin etmek hiç de güç değil. Üstelik bu yedi senede şayet ölmedi ve evlenmediyse karısının nasıl bir dönüşüm geçirdiğine dair de en ufak bir bilgimiz yok. Bu ayrılığın onları iki yabancıya çevirmiş olması da pek garip olmazdı doğrusu. Her halükarda Hüseyin memleketine döndüğünde toplumsal düzene adapte olmakta zorlanmış olmalı. Anlaşılan o ki züğürtlük de buna tüy dikmiş (yeri gelince parasızlıkla alakalı şiirlerini de paylaşacağım). Messina Zındanının karanlık duvarları arasında gerek fiziksel gerekse psikolojik şiddetle şekillenmiş olan Esîrî sanıyorum ki tam da bu yüzden döndüğü zaman soyut imgelerin ve klasik mazmunların havada uçuştuğu aşk şiirleri yazmak yerine kızgın bir demir gibi içine işleyen esaretin yakıcılığını ve kahrediciliğini anlatmıştır. 


Bu tip manzumeler onun eserleri arasında o kadar çoktur ve aralarındaki anlamlı farklar da o kadar azdır ki çoğunun birbirinin tekrarı olduğunu söylemek abartılı olmaz. Bu şiirlerden “Der-Beyān-ı Kaside-i Hasb-i Hāl-i Esîrî” başlıklı ve “degül mi” redifli olanı, tavrının tatlılığı ve söyleyiş rahatlığı dolayısıyla daha okunasıdır. “Fî-Beyāni Bilādi’l-Küffār A’nî Misine Demmera’llāhu” ve “Misine Kal’ası” başlıklı olanlar da İtalya gözlemleri bakımından ilginçtir. “Fî-Beyāni Zindān” başlıklı manzumeyi ise kaldığı zındanı ayrıntılı bir şekilde anlatması bakımından değerli buluyorum. 



Devamını Oku
Devamını Oku
Devamını Oku
Devamını Oku
Devamını Oku
Devamını Oku