“Birbirine benzemezdür cümle envā’-ı beşer
Her birisin dahi bir derde giriftār eyledi”
Bu yazıda XVII. yüzyıl Osmanlı şairlerinden Esîrî mahlaslı Mehmed oğlu Hüseyinin, keyif verici maddelerden bahsedilen birkaç şiirini okurun ilgisine sunup gerekli gördüğüm yerlerde bazı sorular sorarak müktesebatım elverdiğince izahlarda bulunacağım. Okuyucu kitlesinin klasik edebiyatımıza aşina olmayan insanları da kapsamasını arzu ettiğim için de şiirlere gelmeden önce bu şiirlerin okuyucunun zihninde daha iyi oturmasını sağlamak adına birkaç sayfalık bir giriş yazmayı uygun buldum.
***
“Esîrî” mahlasını kullanan şairin gerçek ismi Hüseyin olup doğum ve ölüm tarihleri bilinmeyen Hüseyinin “Şaban 1034 /Mayıs 1625’te Malta korsanlarına esir düştüğü bilgisi dikkate alınırsa 16. yüzyıl sonlarında doğduğu tahmin edilebilir”. Hiçbir şuara tezkiresinde kendisinden bahsedilmeyen şair hakkındaki bütün bilgiler tek cilt içinde bir arada bugüne ulaşan edebi metinlerden kaynaklanmaktadır.
Eserlerinin bilinen bu tek nüshasında bulunan “Hüseyn bin Mehemmed” mührü şayet kendisine aitse bu yazma, şairimizin müellif hattı, yani bizzat kendisi tarafından oluşturulmuş olmalı. “İstanbul Deniz Müzesi Kütüphanesi 2797 numarada kayıtlı” olan ve 128 yapraktan mürekkep olan elyazması Fatma Sabiha Kutlar Oğuz, Ayşe Yıldız ve Tuba Işınsu Durmuş tarafından incelenip transkribe edilmiş ve “Dîvân-ı Firâk-ı Esîrî [Sergüzeşt-nâme - Gazavât-nâme - Pend-nâme - Dîvân]” başlığıyla yayımlanmıştır. Bu yazıda aksi belirtilmedikçe yapılacak olan bütün alıntılar 2018 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından neşredilen bu yayına istinad eder. Burada benim katkım okuma kolaylığı açısından transkripsiyon metnini latinize etmek ve bazı arkaik dil unsurlarını güncellemek, metnin başta keyif vericilerden bahseden kısımlar olmak üzere kimi parçalarına dikkat çekip onu daha geniş okur kitlelerinin ilgisine sunmak, kendi araştırmam bağlamında değerlendirip yorumlamakla yer yer muhayyilemi cüretkarca işletmekten ibarettir.
***
ESARET
Gazalara katılıp gazi olmuş, zaferlere ortak olup ganimet almış düşük rütbeli bir asker olan Hüseyin, gün gelmiş madalyonun diğer yüzüyle de tanışmış. Hem ne tanışma: Dile kolay tam yedi sene! “Malta korsanları tarafından Sicilya Adasına götürülüp hapsedilmiş, Misine’de zindanda tutulmuş, esirlikten kurtulması için 500 flori fidye istenmiş, parası olmadığı için kaçmayı denemiş, bu başarısız kaçma girişiminin ardından yakalanarak bir süre ayaklarından asılmış ve tekrar hapishaneye gönderilmiştir.”
“Meğer günlerde bir gün nā-gehāni / Erişmiş idi akşamun zamānı
Ki zindānun kapanmışdı kapusı / Belürsiz olmuş idi hem yapusı
Var idi yanumuzda yedi kişi / Ki hiç yok idi anlarun da işi
Tahayyür içre yalıncak dururken / Kimi yatup kimimiz otururken
Nuhûset üzre geldi bir aceb fāl / Ki zindān kapusı açıldı derhâl
Elinde harbesiyle geldi kāfir / Dini imānı yok Ermeni kāfir
Nice elfāz ile etdi şütūmı / Dahi darb ile gösterdi hücūmı
Yapuşup sakaluma bir’ki urdı / Ururken hem dahi bu sözü derdi
Bana tez beşyüz altun getiresin / Bulup her kanda varsa yetüresin
Ki yoksa seni iki pāre edem / Vücūdun tįġ ile pür-yare edem
Ne inlersin ne yana kim varasın / Elümden cānı kanda ķurtarasın
Yedürdi zehri bana aş yerine / Kan akıtdı gözümden yaş yerine
Hemen dem-beste kaldum zār [u] hayrān / Ki akl u fikrüm oldı hem perişān
Bana teng eyledi gāyet cihānı / Yā kendümi helāk edem yā anı
Didüm yok olmadan gayrı ilacı / Ki etdüği zulüm ölümden acı
Husūsā düşmen içre bir kuru nān / Bulınmak dahi degül iken imkân
Bulunur mı acep beşyüz filori / Ki bin yılda bulınmaz bir filori
Bir iki söğerek ü sokranurak / Yanumuzdan ilerü oldı ırak
Yine kapandı üstümüze zindān / Sanasın āteş ile yandı ten cān”
Hayatı esaret ve sefaletle geçmiş olan bu adamın şiirleri de büyük ölçüde bunları konu edinir ve bu durum, yani işlediği konular ve bu konuların, başka metinlere kıyasla onda çok daha fazla yer bulması, kanaatimce Esîrî’yi özgün bir şair kılar. Başka şairlerin divanlarıyla kıyaslayınca Esîrî’nin divanında aşkın gerçekten çok az ve esaretinse bir hayli fazla olduğu açıkça görülür:
“Eserin yazıldığı yüzyıl dikkate alındığında özellikle gazellerde görülen idealize edilmiş aşk ve sevgili anlayışının Esîrî’nin gazellerine yansıyan az sayıda örneği vardır. Esîrî’nin gazelleri içinde “gazel-i sîm ü zer, mahbûb-ı Firengî, gazel-i kahve” gibi başlıklar taşıyan ve Osmanlı şiirinin kabuller dünyasındaki sevgilinin biricikliği anlayışı yerine iki sevgilinin aynı anda vasf edilmesi gibi sıra dışı örnekler de karşımıza çıkmaktadır.”
Halbuki aşk, en başat konusudur gazel türünün. Diğer şairlerin gazellerinde konu ezici çoğunlukla aşk iken Esîrî divanında aşktan bahseden on gazel bile bulunmaz. Şiirlerinin büyük bölümünde esaretten ve ayrılıktan bahseder ve Allaha, onu bu beladan kurtarması için yalvarır. Hayatının yedi senesine mal olan esaret, Hüseyin ağabimizin ruhunda öyle derin yaralar bırakmıştır ki hürriyetine kavuştuktan sonra bile bu travmanın tesirinden kurtulamaz ve onu kimlik edinerek kendisine “Esîrî” mahlasını seçer. Ayrılığından keder ve ıztırapla bahsettiği sevgilisinin onu yedi sene boyunca bekleyip beklemediğini bilmiyoruz. Bu sevgili -ya da belki sevgililerden biri- onun karısı mıydı, bunu da bilmiyoruz. İslam hukukuna göre savaştan dönmeyen ve hayatta olup olmadığı bilinmeyen bir adamın karısı, şayet hukuki şartları sağlıyorsa tartışmalı bir süre geçtikten sonra mahkemeye başvurabilir ve uygun görüldüğü takdirde nikah düşmüş sayılarak yeniden evlenebilir. Hanefi fıkhına göre o saatten sonra eski kocası dönse bile yeni evlilik feshedilmez. O günkü konjonktürde aksini gerektirecek bir sebep olmadığı müddetçe toplumun makbul bir parçası olabilmek için evliliğin önemli bir gereklilik olduğunu göz önünde bulundurursak Hüseyinin esir düştüğü sırada evli olduğunu varsaymak akla uzak olmayacaktır. Peki Hüseyin kendisinden fidye istendiğini ve hayatta olduğunu memleketindeki çevresine duyurabilmiş miydi? Duyuramadıysa karısı mahkemeye başvurarak nikahı düşürüp başkasıyla evlenmiş miydi? Evlenmediyse bile döndüğünde hayatta mıydı? Bir an için öyle olduğunu farzedelim: İşkence ve belirsizlikle geçen yedi senenin ardından vatanına geri dönen kişinin, artık sefere giden o adamla aynı kişi olmadığını tahmin etmek hiç de güç değil. Üstelik bu yedi senede şayet ölmedi ve evlenmediyse karısının nasıl bir dönüşüm geçirdiğine dair de en ufak bir bilgimiz yok. Bu ayrılığın onları iki yabancıya çevirmiş olması da pek garip olmazdı doğrusu. Her halükarda Hüseyin memleketine döndüğünde toplumsal düzene adapte olmakta zorlanmış olmalı. Anlaşılan o ki züğürtlük de buna tüy dikmiş (yeri gelince parasızlıkla alakalı şiirlerini de paylaşacağım). Messina Zındanının karanlık duvarları arasında gerek fiziksel gerekse psikolojik şiddetle şekillenmiş olan Esîrî sanıyorum ki tam da bu yüzden döndüğü zaman soyut imgelerin ve klasik mazmunların havada uçuştuğu aşk şiirleri yazmak yerine kızgın bir demir gibi içine işleyen esaretin yakıcılığını ve kahrediciliğini anlatmıştır.
Bu tip manzumeler onun eserleri arasında o kadar çoktur ve aralarındaki anlamlı farklar da o kadar azdır ki çoğunun birbirinin tekrarı olduğunu söylemek abartılı olmaz. Bu şiirlerden “Der-Beyān-ı Kaside-i Hasb-i Hāl-i Esîrî” başlıklı ve “degül mi” redifli olanı, tavrının tatlılığı ve söyleyiş rahatlığı dolayısıyla daha okunasıdır. “Fî-Beyāni Bilādi’l-Küffār A’nî Misine Demmera’llāhu” ve “Misine Kal’ası” başlıklı olanlar da İtalya gözlemleri bakımından ilginçtir. “Fî-Beyāni Zindān” başlıklı manzumeyi ise kaldığı zındanı ayrıntılı bir şekilde anlatması bakımından değerli buluyorum.
Şairimiz esaretini anlatır, anlatır, sonra durup “Risālenün yukarusında biraz / Esir olduğumuz yazıldı çok az / Ki birkaç söz gine tahrir edelüm / Hudā ‘avni ile takrir edelüm” der başa alır, bir daha anlatır, bir daha anlatır, bir daha anlatır. Bana öyle geliyor ki bu, onun travmalarıyla baş edip kendi kendisini tedavi etme usulüdür. Aksi takdirde bu kadar tekrarı neyle anlamlandırabileceğimi bilmiyorum. Şiir, onun zındanda aklını kaçırmamak için sarıldığı bir meşgale olmalı. Şiir, onun için zındandaki zulümden ve geri döndüğü zaman hayatın zorluğundan kaçtığı bir sığınak olmuş olmalı. Şikayet edip ağlayaıp sızlandığı şiirler çoğunlukta olmakla birlikte kendisine moral verdiği şiirler de vardır, o mücadelenin belirginleştiği bir örnek:
“Ey gönül gam çekme gel açıl bugün / İyi yavuz geldi giçdi dünki gün
Hamdülillāh sağ esendür başumuz / Kim ne bilür ne olur yarınki gün
Gece gündüz ağlayup inlemeden hāsıl nedür / Dem bu dem sāat bu sāat gün bu gün
Dediler kim bin elem bir borcun olsa ödemez / Çekdüğün gam assı etdi mi sana geçenki gün
İş Hudānundur Esîrî emr onundur hükm onun / Her ne yazdı ise gelür başuŋa ezelki gün”
Metinlerinde çoğunlukla aynı sakızı çiğner, ama bu en azından onun kendi sakızıdır. Diğer şuara gibi kendinden öncekilerin sakızını çiğnemez. Hoş, o sakızları çiğneyecek kabiliyeti olduğu da belli değildir zaten.
Belki iyi bir eğitim ve ekabirden dostlar bu adamı zamanının fildişi kulelerine de tırmandırabilirdi, fakat o zaman da biz az sonra paylaşacağım şiirlerden mahrum kalabilirdik. Bahsettiğim şiirlerin sanatlılık bakımından biraz zayıf olduklarını sanırım edebiyat tarihçileri de teslim edecektir. Gelgelelim iyi şairlerin kötü bir taklidi olmasındansa bütün kusurlarıyla kendi olması yeğdir. Çünkü soyut betimlemelerin, transandantal metaforların, süslü lafların ve kelime oyunlarının altında sözgelimi Baki’nin kim olduğunu bu kadar açık bir şekilde göremeyebilirsiniz ama Esîrî’nin şiirlerinde kanlı canlı bir insan karşınızda nispeten çıplak bir şekilde arz-ı endam ederek yaralarını sergiler. Şiirlerini değerli kılan da işte bu yalınlığı ve doğrudanlığıdır.
Bu esaret tecrübesi olmasaydı eğer Hüseyin de kendisine başka bir mahlas seçecek ve muhtemelen çok daha alışıldık şiirler söyleyecekti. Fakat yaşadığı acılar onu sürüden ayırmış olmalı.
Esareti üzerine bu kadar konuştuktan sonra 1631/32’de hürriyetine kavuştuğunda söylediği şiirden şu beyti de naklederek tutsaklık faslını kapatalım ve yavaş yavaş sadede gelelim:
“Halās olduk bugün kāfir elinden / Yeni gelmiş gibi olduk cihāna”
***
KASİDE-İ YOĞURT
Onun şiirlerindeki ayrıksılık sadece aşkın azlığı ve esaretin çokluğundan ibaret değildir. “Dîvândaki kasidelerde de benzer bir durum dikkati çekmektedir. Klasik edebiyatta kaside nazım şekli genellikle övgü ya da yergi içeriklidir. Fakat Esîrî Dîvân’ında sultana ya da üst düzey yöneticilere yazılmış övgü şiirleri yer almamaktadır. Tevhîd ve münâcât içerikli birer kasidesi istisna edilirse, Esîrî’nin diğer kasideleri de Külliyât’ının genelinde görülen vatandan ayrılık, esaret ve esirlikten kurtulma talebi hakkındadır. Dîvân’daki kasidelerin bir kısmının da konusuna göre verilmiş “eğlence, muharebe, cer” gibi ilginç isimler taşıdığı görülmektedir.” Bunlar içersinde en çok dikkatimi çeken “Kaside-i Yoğurt”tur:
“Rāhat-efzāsın dil-i pejmürdeye cānum yoğurt
Feyz irür senden hemîşe cāna sultānum yoğurt
Yüzi ağısın pilāvun rütbesisin sofranun
Sāf-dilsin hak budur kim derde dermānum yoğurt
Rūz-ı germāda husūsā buzlu ayran itseler
Cāna rāhat-bahş olur hem arturur kanum yoğurt
Sıkleti olmaz gıdā itsek seriü’l-hazm olur
Kūt-ı cāndur hāsılı her demde cānānum yoğurt
Kış güni tarħāna gibi var mı bir ni’met meğer
Māyesinden keş kurut illā ki sultānum yoğurt
Āb-ı rūyısın güzelsin beğisin şerbetlerün
Göremez mislün cihānda çeşm-i giryānum yoğurt
Mağz-ı pākünden olur dūğ ile kaymak dāimā
Eksük itmesün seni her demde sübhānum yoğurt
Cümle nimetlerden efzūndur safā vü lezzeti
Mā-hazardur her kaçan kim gelse mihmānum yoğurt
Bed-duā eyler atalar kim yakana tutmasun (?)
Şükrüm oldur kim ola nakş-ı girîbānum yoğurt
Dār-ı gurbetde şu denlü hasretün çekdüm ki āh
Kana kana içmeğe var ahd ü peymānum yoğurt
Beğler ağalar düşüpdür kahve ile bekmeze
Ben senün ayranuna hayrān u gerdānam yoğurt
Yüzün ak olsun Esîrî nazmunı kıldun beyāz
Zulmet-i tab’un giderdi māh-ı tābānum yoğurt”
Klasik edebiyatın manzum türlerinden olan kasideler, yukarıda da zikredildiği gibi sultana, beylere ya da paşalara yazılır ve sunulur, bunun karşılığında da şair in’âm denilen hediyelerle ödüllendirilirlerdi. Esîrî’nin Yoğurt Kasidesini bu bilgi ışığında okuyunca ortada kocaman bir gariplik olduğu hemen dikkati çekecektir. Peki bu “garip”liği neyle açıklayacağız? Bu, şairimizin can sıkıntısının anlamsız bir meyvesi midir yoksa baş kaldıranın başının kesildiği bir çağda sessiz ve beklentisiz bir protesto mu? Belki de Esîrî yıllarca emirleri altında canını hiçe sayıp savaştığı, kan döktüğü beylerin, paşaların ve .. olan padişahın kendisini yedi sene boyunca kaldığı Messina Zındanında yalnız bırakmaları yüzünden, yani o savaşlarda yararlık gösterdiği halde kimse fidyesini ödeyip de onu kurtarmadığı için devletlulara küsmüş ve tepkisini başka türlü göstermek başına türlü belalar getirebileceği için de protestosunu böyle sessizce yapmıştı. Bir divan tertip şairler mümkün olduğunca her türde eser vermeye çalışırlar, aksi takdirde divanları eksik kalır. Ve hemen her divanda bulunan türlerden biri de kasidedir. Esîrî “Size yazacağıma yoğurda yazarım kasideyi” diye mi düşündü? Eğer gerçekten durum bu ise bu protestonun karşı taraftan bir beklentisi olmayan, salt kendi onurunu korumaya matuf bir protesto olduğunu düşünürüm.
Esîrî hakkında söyleyeceklerim bitmedi, ama şimdilik bu kadarla kalsın.
***
Şimdi gelelim size en başta vaad ettiğim şiirlere.
İlki “Gazel-i Kahve”
"Gazel-i Kahve
Bir iki gün senün ile içelüm yārān kahve
Dakk [u] lakk eyleyelüm meclis-i ‘irfān kahve
(Dakk u lakk eylemek: El çırpıp ses çıkarmak)
Yiyelüm berş ile efyūn ile esrārımuzı
İçelüm üstine bir iki fincān kahve
(Berş: Afyondan üretilen bir keyif verici, Efyūn: Afyon)
Eğer ol ān yetişüp gelmez ise keyflerimüz
Yine tekrār içelüm bir sipsi duhān kahve
(Duhān: Tütün)
Rus ile Rūm u Tatar düşdi ‘Arab bozasına
Zurefā meclisine gelmeye nā-dān kahve
(Zurefā: Zarifler, kibarlar)
Ey Esîrî hele ben kahveyi elden komazam
Bā-husūsā [ki] içelüm diye cānān kahve
(Bā-husūsā: Bilhassa, özellikle)
Gazel 53
Bir karaca pehlevānuŋ kulıdur tiryākîler
Zāhirāne kiçidür ne uludur tiryākîler
(“karaca pehlevan” dediği “karapehlivan” diye bilinen bir keyif verici)
(Zāhirāne kiçidür ne uludur: Görünüşte ne küçük ne uludur)
Ceplerinde hokka ile cānları
Sūretā ne diridür ne ölüdür tiryākîler
(Hokka: Afyon taşıma kabı)
Kimse geçmez önlerine ‘ālemün sultānıdur
Bellüce ne delüdür ne usludur tiryākîler
Ehl-i ‘irfān arasında mu’teberdür zer gibi
Levni rengi sarudur hem kurudur tiryākîler
(Zer: Altın, Levn: Renk)
Ger cihān içinde borçlu olmasa
Ey Esîrî çehresinden bellüdür tiryākîler
(Ger: Eğer)
Kaside-i Eğlence
Dem-i devletde dil-dārdur bizüm eğlencemüz
Safā vaktinde yārdur bizüm eğlencemüz
Bülbülāsā dün ü gün itsem figānı tan değül
Gül-‘izār u gül-i bî-hārdur bizüm eğlencemüz
Hazz-ı nefsānî değül dil-dār sevmekden garaz
Kadd ü kāmet hüsn-i dîzārdur bizüm eğlencemüz
Bu cihānda bir dahi dîdār müyesser ola mı
Lezzet ü şîve-i güftārdur bizüm eğlencemüz
Bu cefā-hānede cānā ne ile eğlenelüm
Gazeliyyāt ile eş’ārdur bizüm eğlencemüz
Mey içüp mahbūb sevmekden oldum ber-ŧaraf
Nedem ü tevbe vü ezkārdur bizüm eğlencemüz
Vuslat-ı yāri firāka mübeddel ideli çerh-i felek
Gurbet iklîminde ağyārdur bizüm eğlencemüz
Aldı elden yār-i gārum hānumānum rūzgār
Ākıbet hecri[yi]le nārdur bizüm eğlencemüz
Hasret-i ihvān ile yandum yakıldum hey diriğ
Nāle vü nāliş ü zārdur bizüm eğlencemüz
Fürkat-i yārān ile bağrum delindi ney gibi
Dîdeden lü’lü’-nisārdur bizüm eğlencemüz
Yıkılası Misine zindānı içre habs iken
Keç-düm ü mūr ile mārdur bizüm eğlencemüz
Cevr-i a’dā yakdı cānumı kurıtdı kanumı
Girye vü derd ile bîmārdur bizüm eğlencemüz
Bir kazā-yı āsumānî dînî yok düşmen yağı
Katı ayyār u dil-āzārdur bizüm eğlencemüz
Hāliyā derd-i derūnum niçe şerh eyleyeyin
Mihnet ü hayret ü efkārdur bizüm eğlencemüz
Çeşm-i giryānum temevvüc eyledi deryāları
Fülk-i dil bahr-i kinār dur[ur] bizüm eğlencemüz
Gezerken nā-gehānî ben bu dünyānuŋ serāyında
Felegün bezmine uğrardur bizüm eğlencemüz
Elinden ben anun içdüm mey-i hamrāyı bir kerre
Dahi şimdi ol humārdur bizüm eğlencemüz
Mest-i ışkam ey Esîrî tā ilā-yevmi’l-kıyām
Hamdüli’llāh bir iyü vardur bizüm eglencemüz
Bulmadum ālemde bir keyf derdüm[i] def ide[cek]
Kahve ile duhan esrārdur bizüm eğlencemüz
(Bu şiirin tercümesi yarın ilave olunacak)